Sayın Milletvekillerim,
Sayın İzmir Büyükşehir Belediye Başkanım,
Sayın İlçe Belediye Başkanlarım,
Sayın İzmir Ticaret Odası Başkanım,
Sayın Oda, Meslek ve Sivil Toplum Kuruluşlarının Değerli Başkanları,
Sayın Rektörlerimiz,
Sayın Sponsorlarımız,
Medya Kuruluşlarının Değerli Temsilcileri,
Değerli Konuklarımız ve Sevgili EGİAD Üyesi Dostlarım,
Ege Genç İş İnsanları Derneği ‘mizin “Gelecek İçin Sürdürülebilirlik” Zirvesine hepiniz hoş geldiniz.
Konuşmama başlamadan önce, geçtiğimiz Pazar günü Taksim’deki patlamada hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, kederli ailesine baş sağlığı diliyorum. Yaralılarımıza da acil şifalar dilerim. Tüm milletimizin başı sağ olsun.
EGİAD’ın yönetimini üstlendiğimiz bu 16. Dönemde, ana temamızı “Dinamizm ve Sürdürülebilirlik” olarak belirlemiştik. Dönemin sonuna yaklaştığımız bugünlerde de çalışmalarımızı “Gelecek İçin Sürdürülebilirlik” Zirvesiyle taçlandırmak, 2 yıldır yürüttüğümüz çalışmaları bir araya getirip bütünleştirmek istedik. Daha sözlerimin en başında bu organizasyonun ana sponsoru CK Mimarlık firmasına, altın sponsoru Tanyer İnşaat firmasına ve tüm sponsorlarımıza, hem zirve çalışma grubundaki hem de yönetim kurulundaki arkadaşlarıma, EGİAD idari ekibine, titiz çalışmaları için teşekkür etmek isterim.
Temamızın ilk unsuru olan dinamizm bize sürati çağrıştırıyor: Hızlı hareket etmeyi, yetinmemeyi, zorlamayı, daha fazlası ve daha iyisi için uğraşmayı… Artık her şeyi dünya çapında yapmamız gerekiyor ve ürettiğimiz hizmeti, piyasaya sürdüğümüz ürünü, yaptığımız yazılımı uluslararası alanda başarılı kılmak zorundayız. Ama sürat yaparken dengemizi korumazsak bu yolun sonunda bizi kaza ve felaketlerin beklediğini de çok iyi biliyoruz. İşte o “dengeyi” bizim için simgeleyen unsur da sürdürülebilirlik.
Sürdürülebilirlik temasını hepimiz önce “iklim değişikliği” boyutunda algılıyoruz çünkü 2050 yılında İstanbul da dahil olmak üzere birçok dünya metropolünün su altında kalacağı gerçeğiyle karşı karşıyayız. Yani önümüzde ölümcül bir tehdit var… Dünyamızı korumak için hep birlikte ve her gün mücadele etmeliyiz.
Diğer yandan bizim EGİAD olarak ele aldığımız şekliyle bu temanın kurumsal ve kişisel boyutları da var. Şirketlerimiz, kamu kuruluşları ve sivil toplum örgütleri açısından da sürdürülebilirlik hayati bir kavram çünkü çalışanlarına, üyelerine ve paydaşlarına bir amaç sunmayan kuruluşların ayakta kalamayacağını artık biliyoruz. Neye hizmet ettiği konusunda bizi ikna edemeyen, doğruyu savunduğu ve uyguladığı konusunda bize güven vermeyen, liderlik mekanizmalarıyla bize ilham verip insani yönümüzü harekete geçirmeyen organizasyonlarda yer almak istemiyoruz. Bir fabrikanın üretim yapabilmek için nasıl makinalara ihtiyacı varsa, kuruluşlarımızın da sürdürülebilir olmak için kalplerimize, yüreklerimize ihtiyacı var.
Bireysel olarak da sürdürülebilirlik tam bu noktada başlıyor çünkü her şey hayatımızla ne yapmak istediğimize bağlı. Bu soruyu kendimize sorup yanıt almadan, gerçek anlamda üretmemiz ve potansiyelimizi zorlamamız mümkün değil. Amaç ve anlam arayışımız her gün artarak sürüyor. Tutkuyla bağlandığımız hedeflere, yürekten inandığımız misyonlara, içtenlikle savunduğumuz değerlere ihtiyacımız var. Bunları aramaya her gün devam etmemiz gerekiyor çünkü aksi durumda mutluluk ve başarıyı yakalayamıyoruz.
Hem kuruluşlar hem de bireyler için sürdürülebilir başarıyı getiren ortak bir anahtar olduğuna inanıyoruz, o da girişimcilik. Yalnız iş hayatında değil, sosyal girişimciliği ve insanın kendi iç dünyasındakileri de dahil ederek. Evet girişimciler tarafından yeni işler kurulması ülkemizi güvenli ve müreffeh bir geleceğe taşıyacak en önemli unsurlardan biri, ama şirket içi girişimcilik ve bunun önünü açan şirketler de öyle; 40 yaşında yeni bir üniversiteye başlayan, bir enstrüman çalmak veya yeni bir dil öğrenmek için girişimde bulunan birey de… Girişimcilik konusunu da birazdan başlayacak “İzmir Girişimcilik Endeksi Raporu” ‘nun lansmanıyla hep birlikte ele alacağız. EGİAD ile İstanbul Ekonomik Araştırma tarafından ortak yürütülen ve bir ilk olan bu araştırma, bölgemizin girişimcilik konusundaki fotoğrafını bize sunacak ve bundan sonraki stratejik planlamamızı kentin bütün bileşenleriyle nasıl yapmamız gerektiğine ışık tutacak.
Konuyu nasıl ele aldığımızı paylaştıktan sonra, şimdi de sizlere, kendi gördüğüm kadarıyla sürdürülebilirliğin önündeki en büyük engeli sunmak isterim: BEN!.. SİZ! En büyük engel biziz…
İki farklı boyutta risk oluşturuyoruz: Birincisi tek başımıza olduğumuz ve hiç kimse tarafından izlenmediğimiz ortamda. Nasıl hareket ediyoruz? Yere çöp atıyor, kâğıt israf ediyor veya suyu açık mı bırakıyoruz? Aldığımız yatırım kararı içindeki enerji sarfiyatını veya daha kötüsü iş sağlığı ve güvenliğini hesaplıyor muyuz? Birlikte hareket ettiğimiz arkadaşlarımızın ne düşüneceklerini önemsemeden karar alıyor muyuz?
Adını koymak gerekirse “birinci engel” bizim kendi değer yargılarımız ve vicdanımız. Çok da zorlu bir alan çünkü kimse kimseye müdahale edemiyor… Yapılabilecek tek şey ilham vermek, eğitmek, anlatmak, doğruyu alkışlamak ve desteklemek. Ama belki de en önemlisi yanlışa karşı savaşanı tek başına bırakmamak. Böylece doğruya ve daha iyiye doğru güçlü bir şekilde kol kola ilerlemek.
Bireyselden sonra bizim sürdürülebilirlik kavramına engel teşkil ettiğimiz diğer nokta ise, 2 kişi olduğumuz durum. Örneğin iyi tanımadığımız kişilere karşıtlık ve çekişme hissi mi besliyoruz, yoksa onlara karşı meraklı ve iyimser miyiz? Sıranın önüne geçme eğiliminde miyiz yoksa hep birlikte en hızlı ve sağlıklı şekilde mi sonuca ulaşmayı tercih ediyoruz? Diğer kişi bizim gözümüzde olası bir rakip mi yoksa potansiyel bir takım arkadaşı mı? Ortak amaç bulmak için mi çabalarız yoksa hemen çıkar çatışmaları mı başlar?
Çatışmaları yönetmek için medeniyetin bir önceki yanıtı güçler ayrılığı ve denetlemeydi. Yani örneğin yürütme gibi bir gücü teslim ettiğimizde, bunun “mutlak güce” dönüşmemesi için yasama ve yargı gibi başka kurumlar tarafından denetlenmesiydi bildiğimiz formül. Şimdiyse buna bir katman daha ekliyor ve “iş birliği” diyoruz.
Birleşmiş Milletler 2030 Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’nin 17. maddesinde “Amaçlar İçin Ortaklıklar” başlığı altında ele alınan iş birliği kavramı, bireysel alanda bu kavramı benimseyerek, yani rekabetten önce ortaklık alanlarına bakarak, kurumsal alanda da yıkıcı ve yarışmacı bir anlayıştan yardımlaşmaya doğru ancak hep birlikte hareket ederek geçilebileceğini anlatıyor.
Karşılıklı güven sayesinde iş birlikleri filizleniyor, birbirine güvendikçe de refah artıyor. Ama nasıl yiyeceklerimizi titizlikle seçiyor, boğazımızdan geçecek her şeyin sağlıklı olmasına özen gösteriyorsak, düşünce kaynaklarımız için de aynı şeyi yapmamız gerek; zira tedirginliği-şüpheyi-korkuyu körükleyen ve başka birilerinin amacına hizmet eden kaynakların aklımızdan içeri girmesini engellemeliyiz. Sohbet ettiğimiz kişilerden konuşmalarını dinlediğimiz kanaat önderlerine, takip ettiğimiz sosyal medya hesaplarından düzenli izlediğimiz haber kanallarına kadar her konuda kılı kırk yarmalıyız. Nereden besleneceğimizi titizlikle seçmek, düşüncelerimizi yönlendiren etkenleri şansa bırakmamak çok önemli. Çünkü buradaki hedef, o diğer kişiyle bir araya geldiğimizde birbirimize güvenmemizi engellemek! Birbirimize olan güvenimiz, kişilere, kurumlara, sisteme hatta kendimize olan güvenimiz erozyona uğradıkça iş birliği yapamaz hâle geliyor, kısılıp kalıyor ve güçsüzleşiyoruz. Oysa bu gidişata engel olmak bizim elimizde. Yaptığımız bilinçli seçimler, sağduyu ve sağlam hedeflerle, kendimizde, kurumumuzda ve toplumumuzda güvene katkı yapabilir, iş birliği hissini büyütebiliriz. Bizi sürdürülebilir geleceğe götüren yolun ilk adımı, etrafımızda bir güven ortamı oluşmasına katkı vermek.
Kendimizle mücadelemizi kazandığımız, karşımızdakiyle de mücadele etmeden önce bilinçli bir şekilde iş birliğini seçtiğimiz anda dönüşüm başlıyor. Ruhumuzda, aklımızda, şirketimizde, toplumumuzda ve en nihayetinde dünyadaki dönüşüm. İklim kriziyle yok olmamak için yeşil dönüşüme, büyüyen nüfusu besleyip hayatta kalabilmek, kaynaklarımızı verimli kullanabilmek için dijital dönüşüme ihtiyacımız var. Ama bunları mümkün kılacak asıl unsur toplumsal dönüşüm. İşte bu noktada da biz Türk toplumu olarak büyük bir rekabet avantajına sahibiz, çünkü daha geçen hafta 10 Kasım’dı, Sevgili Atamızı ülke çapında ve milyonların saygısıyla yâd ettik. Dünya tarihinin gördüğü en büyük dönüşümlerden birini biz başaralı daha 100 yıl olmadı! Ve ne mutlu ki bu dönüşüm için gerekli olan vizyon “kültürümüzü çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarmak” bize hâlâ yön gösteriyor. Aynı zamanda “misyon” da Cumhuriyetimizin 2. Yüzyılına girerken hâlâ güncel ve geçerli: “…birinci vazifen Türk istiklalini, Türk Cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir”.
Dinamizm ve sürdürülebilirlik temasını nasıl gördüğümüzü, zirvemizi nasıl hazırladığımızı ve buradan da elde edeceklerimizi EGİAD olarak nasıl kullanacağımızı sizlerle bu şekilde paylaşmak istedim. Tertemiz hislerle ve bir arada kalarak daha iyi bir gelecek yaratacağımıza dair kesin bir güvenle sizleri selamlıyor, bugün lütfedip değerli katılımlarınızla zirvemizi onurlandırdığınız için EGİAD adına sizlere teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum.